13 Haziran 2016 Pazartesi

"Ormanlar kapkara oldu bile, ama gökyüzü hâlâ mavi"


"Ormanlar kapkara oldu bile, ama gökyüzü hâlâ mavi"

"Tam bu saatin incelikli ifadesi, değil mi? Paul Desjardins'i hiç okumamış olabilirsiniz. Okuyunuz çocuğum; şimdilerde, duyduğuma göre ahlak dersleri verip ahkâm kesiyormuş, ama uzun bir süre boyunca, berrak suluboya resimleri andıran mısralar yazmıştır...Gökyüzü sizin için hep mavi olmaya devam etsin genç dostum..."
 

Böyle yorumluyor Marcel Proust'un Swann'ların Tarafı romanındaki Legrandin karakteri çocuğa Paul Desjardins'in bu mısrasını. Beni de en az onun kadar etkiledi bu söz. Aklıma direk olarak çocukluğumdan kalan -nedendir bilmediğim- ama silinmeyen bir anı getirdi. Köyde dedemlerin evinde akşamüstü pencereden karşıda uzaktaki ormana baktığımda gördüğüm görüntü tam da buydu. Ormanın kapkara silüeti ve hemen üzerinde ince, kızıl bir çizgi ve gerisi mavilik. Her aklıma geldiğinde yeniden hissettiğim o anki garip huzuru bu cümleyi okuyunca aynen bu şekilde tekrar hissettim. Ne zaman buna benzer bir manzara görsem o dedemlerin evinde pencereden baktığım an ve bu söz tekrar aklıma gelecek bundan sonra. Hayatta insana kısa da olsa bu şekilde huzur veren anların varlığı ne kadar da değerli. Kıymetini bilmek lazım. Gökyüzü hepimiz için hep mavi olmaya devam etsin...

3 Haziran 2016 Cuma

İstanbul'un T'si



Sizlere ödev için hazırladığımız mini belgeselimiz İstanbul'un T'sini sunmaktan onur duyarım efenim. Bu mini belgeselde tramvayın İstanbul'daki serüvenini kendi ağzından dinleyeceksiniz. Bazı kısımları İETT tanıtım videosu izlenimi verse de mazur görünüz. İlk tecrübelerimizden kaynaklıdır. İyi seyirler.

*Türkçe ve İngilizce altyazıları mevcuttur.

20 Mart 2016 Pazar

Erasmus-Litvanya-Vilnius

Bu yazıyı geldikten 1,5 ay sonra yazmaya başladım. Zira ancak eski -kısmen yeni- hayatıma alıştım. Gitmeden önce ekşisözlük ve bilimum kaynağı araştırdım nedir ne değildir bu Erasmus diye. Hakkında okuduğum yazıların çoğunda kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendiriliyordu. Araştırmalarım sonucu aldığım gazla gitmeyi kafaya koydum. Başvuru için gereken bürokratik işlemlerden doğan zorlu bir hazırlık sürecinin ardından Vilnius'a ulaştım. Gitmeden önce Litvanya ile alakalı normal bir insanın bilebileceğinden daha az bilgim vardı. Vilnius'un başkentleri olduğundan bile bihaberdim! İkinci dinleri olan basketboldan gördüklerim, duyduklarım kadarıyla çok çok sınırlı bir bilgiye sahiptim. Ama önümde koca bir 6 ay vardı. Öğrenirdik. Acelesi yoktu...
Yurda giden 'yol'umsu yer

İlk günümde gördüklerim beklentilerim açısından beni çok şaşırtmadı ama hissettiklerim tahminimden çok farklıydı. Yaşadığım kültürden çok farklı bir ülkede tek başıma başımın çaresine bakmak durumundaydım. Hele benim gibi bu yolculuğa çıkmadan önce Ankara'nın ötesine geçmemiş ve hiç yalnız yaşama tecrübesi bulunmayan biri için bu aşılması gereken güç bir durumdu. Ancak kaldığım süre boyunca ilk günümün haricinde bu sorunun kafamı hiç meşgul etmediğini anlamam gecikmeyecekti.

Tahmin ettiğimden de yeşil bir ülkeydi Litvanya. Yandaki görselden de tahmin edeceğiniz gibi yurdumuz ormanın ortasında bir yerdeydi. Yurt binası tamamen Erasmus ve değişim öğrencilerine ayrılmıştı. Dünyanın dört bir yanından öğrenciyi ormanın ortasında bir binaya yerleştirirseniz orası hayatın tüm sıkıcılığına rağmen en eğlenceli yer oluverir. Öyleydi de. Yurtta canımın sıkıldığı anlar bir elin parmaklarını geçmez. Açıkçası gitmeden önce en çekindiğim meselelerden biri de buydu. Aileden ayrı, uzakta yalnız yaşamak. Ancak yurt hayatı bana birçok şey kazandırdı. Bir kere sınırlı çeşitte de olsa yemek yapmayı öğrendim. Hayatımda tek başıma ocağın başına geçtiğim ilk an o yurtta gerçekleşti. Annemin her sabah "akşama ne yapsam?" derdini neredeyse her gün tecrübe ettim. Ekonomi yapmayı en çetin yoldan öğrendim. Her gün marketten geldikten sonra kaç para harcadığımı ve ne kadar harcamam gerektiğini hesaplıyordum. Tabi Euro kullanınca kur farkının da etkisiyle zaman zaman ipin ucu kaçabiliyor.

Varmadan önce hakkında neredeyse hiçbir bilgimin olmadığı Vilnius'u tanımam uzun sürmedi. Çünkü kendisi İstanbul'un herhangi bir ilçesinden biraz büyük. Küçük olmasına rağmen sosyal hayatı gayet hareketli bir şehir. Tarihi yerleriyle ve irili ufaklı kafeleri ve publarıyla, aynı zamanda sahip olduğu modern yapısıyla hemen hemen her yaş grubu insan açısından yaşamak için çok uygun bir yer. Araştırmalar da bunu kanıtlar nitelikte. (bknz) İnsanlar yaşamlarından gayet memnun. Hayat yavaş akıyor. Hiç aceleleri yok. Tabi bu durum benim gibi doğma büyüme İstanbullu olan biri için alışması en zor şeylerden biri oldu. Bu durum beni en çok troleybüslerde zorladı. İyi hoş. Benzin kullanmayıp elektrikle çalıştığı için çevre dostu falan ama ÇOK YAVAŞ. Bomboş yolda 40-50 km/s hızla gidince (hele bir yere yetişmeye çalışıyorsanız) bir an İstanbul'daki halk otobüsü şoförlerini aramadım değil. Benim en çok kullandığım; merkezle, yurdumun olduğu Sauletékis arasında sefer yapan 2 numaralı troleybüsü bir İETT şoförü kullansa 30 dakikalık olan o hattın 15 dakikaya ineceğini gözlemlerimle gönül rahatlığıyla dile getirebilirim. Genel olarak bu troleybüs meselesi oradaki biz Türkler için en büyük sıkıntı kaynağıydı. (Sıkıntıya bak)

Dil meselesi düşündüğüm en son meselelerden biri oldu orada bulunurken. Çünkü gençlerin ve orta yaşlıların çoğu İngilizce'yi çok iyi konuşuyorlardı. Kendi dilleri de oldukça sevimli bir dildi. Ve öğrenmesi kolaya benziyordu. Sizin için birkaç temel sözcüğü yazayım: (Hepsi yazıldığı gibi okunuyor.)

  • Merhaba: Labas
  • Günaydın: Labas Rytas
  • İyi akşamlar: Labas Vakaras
  • Çok iyi: Labai gerai (En çok kullandığım) 
  • Bir Sonraki Durak: Kita Stotale (Troleybüslerde o kadar zaman geçirince aklımızda bu kalıyor tabi )
Sonuç olarak unutamayacağım bir 6 ay geçirdiğim şirin mi şirin, güzel mi güzel bir Baltık ülkesi Litvanya. Seneler önce haritada nerede olduğunu bile bilmediğim, hayatıma bir şekilde etki edeceğini aklımın ucundan dahi geçirmediğim bu ülkede 6 ay boyunca oranın bir vatandaşı gibi yaşadım. Ve şunu anladım. Bir yeri gezip görmek, ziyaret etmek ile yaşamanın arasında dağlar kadar fark varmış. Orası artık ikinci evim gibi oldu. Sauletékis ikinci mahallem gibi oldu. Bir kez daha gidip oradaki arkadaşlarımı ziyaret etmeyi düşünüyorum. Ama biliyorum. O günlerdeki gibi olmayacak. Bu da hafiften üzmüyor değil. Ama o günleri yaşamak hepsine değer bence. 

Erasmus dönemi boyunca sürekli duyduğum, su an da her duyduğumda o günleri hatırladığım şu şarkıyı da şuraya atıp bitireyim diyorum yazıyı. Gelecek için Erasmus günlerimi hatırlayacağım iyi bir kayıt olacak bu yazı benim için de.


Download Reality for free from pleer.com

31 Ocak 2015 Cumartesi

Yeni nesil kitaplardaki yazım hatası sorunsalı

Çok kitap okuyan biri değilim malesef. Ancak okuduğum kitapları dikkatli okurum genelde, nefes kesen bir sürükleyiciliği olan kitap değilse.

Yakınlarda elime geçen eski bir kitabı okumam gerekti okuduğum bölüm münasebetiyle. Kitabı henüz bitirmedim ancak yarısına gelmeden gözüme çarpan en önemli şey dildeki özendi. Ünlü sinema eleştirmeni Nijat Özön'ün 1960 yılında Rusça'dan çevirdiği Pudovkin'in Sinemanın Temel İlkeleri kitabında hiçbir yazım veya anlam hatasına rastlamadım şu ana kadar.

Oysa yeni basım aldığım çoğu yabancı dilden çeviri kitapta her 10-15 sayfada ya bir yazım hatası ya da bir cümlede anlam hatası oluyor. Dolayısıyla bu benim oldukça canımı sıkıyor okurken.

Bu durum yeni nesil yayın evlerinin çok özen göstermemesinden mi kaynaklanıyor yoksa benim aldığım yayın evlerinin kalitesi mi düşük bilmiyorum. Hangi yayın evinin veya hangi çevirmenin iyi olduğu hakkında da hiçbir bilgim yok. Kitap alırken genelde bunlara dikkat etmiyorum. Eğer alacağım romandan iki farklı yayın evi tarafından hazırlanmış iki farklı seçenek varsa kapağı güzel olanı tercih ediyorum. Düşünün cahilliğimi.

Eğer bunu okuyup ta bu konularda bir fikriniz veya tecrübeniz varsa bilmeyi çok isterim.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Saray Esintileri



Okulda Medya ve Müzik Kültürü isimli seçmeli dersi aldım bu sene. Şu sıralar da onun vizesine çalışıyorum. Notlarda adı geçen müzisyenleri Youtube'da arayıp eserlerinin bir kısmını dinliyorum. Saray Müzikleri kısmında Jean-Baptiste Lully'e geldiğimde ise bir sürprizle karşılaştım.

Kendisi zamanında Fransa sarayında saray müzisyeni imiş. Yukarıdaki marşı ise Fransa'nın Osmanlı ile anlaşma yaptığı bir dönemde saraya gelen Osmanlı heyetinin seramonide karşılandığı sırada çalmak için bestelemiş. Osmanlı o zamanlar Rusya ile savaştaymış ve Fransa ile müttefiklik ediyormuş.

Osmanlı heyetinin bu ziyareti Lully'ye bu güzel eseri besteleme fırsatı vermiş. Ben diğer eserlerinden de birkaç tane dinledim. Ama en güzeli bu geldi. :) Biraz korumacı olalım artık olsun o kadar. :)

3 Eylül 2014 Çarşamba

GoeGuessr ile Newry'nin Gündemi


 İnternette GOOD isimli sitede ilginç birşeyle karşılaştım. GeoGuessr isimli oyunda seçtiğiniz veya sizi gönderdikleri bir yeri yakından inceleyip o yer ile ilgili bilgi toplayarak topladığınız bilgileri paylaşmak.

 GeoGuessr oyunu ise isminden de anlaşılabileceği üzere yer tahmin etme oyunu. Sistem bizi dünya üzerindeki herhangi bir yere rastgele gönderiyor. Biz o bölgeyi üç boyutlu şekilde gezerek inceliyoruz ve sağ alttaki dünya haritasından bu gezdiğimiz, incelediğimiz yerin dünyada nerede olabileceğine dair tahminimizi seçiyoruz. Gerçekle, tahminimiz arasındaki uzaklık ne kadar azsa o kadar çok puan alıyoruz. 5 hakkımız var. Bu 5 hakta toplam en yüksek puanı toplamaya çalışıyoruz. Ben 4185 puan yaptım. Bu yazıyı okuyan herhangi biri varsa aşağıdaki linkten benle challenge edebilir. Bir icebucket challenge değil ama.

 Benle kapış: https://geoguessr.com/results/j8qwQgQWDfNHMmOz

 Yazının başında değindiğim olaydaysa good sitesindeki kişi oyuna ekstra bir bölüm katmış. Bence gayet eğlenceli. Ben de gönderildiğim bir yeri seçtim. İrlanda'da Newry isimli bir muhit.

 Görselde de gördüğünüz bu şirin yerin gündeminde olası bir lokal referandum var. Bu olası referandumun konusu şu: Bölgeye  içerisinde büyük bir süpermarketi de kapsayan avm'msi bir alan yapılması için bir proje var.Yapılsın mı yapılmasın mı? Bağımsız anketlere göre sonuç: %84 ile yapılsın çıkmış tabi ki.

 İşte böyle çalkantılı bir gündemi var bu beldenin de. İrlanda da olsan konu heryerde aynı.

26 Ocak 2014 Pazar

Hesap-kitap

Yılbaşından birkaç gün sonraydı. Banka hesabımdaki kalan bir miktar parayı çekmek üzere bankamatiğe gittim. Ancak gördüğüm manzara 0 TL şeklindeydi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Ben tam "kim çaldı lan acaba parayı?" diye düşünürken hesap işlemleri kısmında parayı bankanın çaldığını gördüm. Sevgili banka bana hiç mi  hiç haber vermeden yılbaşında hesabımdaki tüm parayı (çok büyük bi para değil ama bi öğrencinin bir veya birkaç gününü geçirebileceği bi miktar) "hesap işletim ücreti" adı altında benden çalmıştı.

İlk düşüncem bankamatiğin hemen yanındaki şubeye girip bağırıp çağırmaktı. Ama sonra kaba bir davranış olabileceğini düşünüp bu işi derin ve sessiz yollardan halletmeyi düşündüm. Dişimi ve yumruğumu sıkıp bankanın tabeladaki logosuna bakarak içimden kabadayıca bir tavırla "paramı sizden son kuruşuna kadar çatır çatır alacam ulan" diye geçirdim.

Daha sonra eve geldiğimde paramı geri almanın yollarını araştırdım. Ve bayağı çetrefilli gözüken ve bolca bürokrasi içeren bir yol buldum. Ve bu yolu ne olursa olsun denemeye karar verdim. Sonuçları yine buraya yazıcam.

"Hesap işletim ücreti nedir ki acaba?" diyenlere aşağıdaki videoyu izlemelerini tavsiye ederim. Zira gerçek anlamı bu reklamda yatıyor. Reklamı da yine bir bankanın yapmış olması da ilginç bence.