20 Mart 2016 Pazar

Erasmus-Litvanya-Vilnius

Bu yazıyı geldikten 1,5 ay sonra yazmaya başladım. Zira ancak eski -kısmen yeni- hayatıma alıştım. Gitmeden önce ekşisözlük ve bilimum kaynağı araştırdım nedir ne değildir bu Erasmus diye. Hakkında okuduğum yazıların çoğunda kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendiriliyordu. Araştırmalarım sonucu aldığım gazla gitmeyi kafaya koydum. Başvuru için gereken bürokratik işlemlerden doğan zorlu bir hazırlık sürecinin ardından Vilnius'a ulaştım. Gitmeden önce Litvanya ile alakalı normal bir insanın bilebileceğinden daha az bilgim vardı. Vilnius'un başkentleri olduğundan bile bihaberdim! İkinci dinleri olan basketboldan gördüklerim, duyduklarım kadarıyla çok çok sınırlı bir bilgiye sahiptim. Ama önümde koca bir 6 ay vardı. Öğrenirdik. Acelesi yoktu...
Yurda giden 'yol'umsu yer

İlk günümde gördüklerim beklentilerim açısından beni çok şaşırtmadı ama hissettiklerim tahminimden çok farklıydı. Yaşadığım kültürden çok farklı bir ülkede tek başıma başımın çaresine bakmak durumundaydım. Hele benim gibi bu yolculuğa çıkmadan önce Ankara'nın ötesine geçmemiş ve hiç yalnız yaşama tecrübesi bulunmayan biri için bu aşılması gereken güç bir durumdu. Ancak kaldığım süre boyunca ilk günümün haricinde bu sorunun kafamı hiç meşgul etmediğini anlamam gecikmeyecekti.

Tahmin ettiğimden de yeşil bir ülkeydi Litvanya. Yandaki görselden de tahmin edeceğiniz gibi yurdumuz ormanın ortasında bir yerdeydi. Yurt binası tamamen Erasmus ve değişim öğrencilerine ayrılmıştı. Dünyanın dört bir yanından öğrenciyi ormanın ortasında bir binaya yerleştirirseniz orası hayatın tüm sıkıcılığına rağmen en eğlenceli yer oluverir. Öyleydi de. Yurtta canımın sıkıldığı anlar bir elin parmaklarını geçmez. Açıkçası gitmeden önce en çekindiğim meselelerden biri de buydu. Aileden ayrı, uzakta yalnız yaşamak. Ancak yurt hayatı bana birçok şey kazandırdı. Bir kere sınırlı çeşitte de olsa yemek yapmayı öğrendim. Hayatımda tek başıma ocağın başına geçtiğim ilk an o yurtta gerçekleşti. Annemin her sabah "akşama ne yapsam?" derdini neredeyse her gün tecrübe ettim. Ekonomi yapmayı en çetin yoldan öğrendim. Her gün marketten geldikten sonra kaç para harcadığımı ve ne kadar harcamam gerektiğini hesaplıyordum. Tabi Euro kullanınca kur farkının da etkisiyle zaman zaman ipin ucu kaçabiliyor.

Varmadan önce hakkında neredeyse hiçbir bilgimin olmadığı Vilnius'u tanımam uzun sürmedi. Çünkü kendisi İstanbul'un herhangi bir ilçesinden biraz büyük. Küçük olmasına rağmen sosyal hayatı gayet hareketli bir şehir. Tarihi yerleriyle ve irili ufaklı kafeleri ve publarıyla, aynı zamanda sahip olduğu modern yapısıyla hemen hemen her yaş grubu insan açısından yaşamak için çok uygun bir yer. Araştırmalar da bunu kanıtlar nitelikte. (bknz) İnsanlar yaşamlarından gayet memnun. Hayat yavaş akıyor. Hiç aceleleri yok. Tabi bu durum benim gibi doğma büyüme İstanbullu olan biri için alışması en zor şeylerden biri oldu. Bu durum beni en çok troleybüslerde zorladı. İyi hoş. Benzin kullanmayıp elektrikle çalıştığı için çevre dostu falan ama ÇOK YAVAŞ. Bomboş yolda 40-50 km/s hızla gidince (hele bir yere yetişmeye çalışıyorsanız) bir an İstanbul'daki halk otobüsü şoförlerini aramadım değil. Benim en çok kullandığım; merkezle, yurdumun olduğu Sauletékis arasında sefer yapan 2 numaralı troleybüsü bir İETT şoförü kullansa 30 dakikalık olan o hattın 15 dakikaya ineceğini gözlemlerimle gönül rahatlığıyla dile getirebilirim. Genel olarak bu troleybüs meselesi oradaki biz Türkler için en büyük sıkıntı kaynağıydı. (Sıkıntıya bak)

Dil meselesi düşündüğüm en son meselelerden biri oldu orada bulunurken. Çünkü gençlerin ve orta yaşlıların çoğu İngilizce'yi çok iyi konuşuyorlardı. Kendi dilleri de oldukça sevimli bir dildi. Ve öğrenmesi kolaya benziyordu. Sizin için birkaç temel sözcüğü yazayım: (Hepsi yazıldığı gibi okunuyor.)

  • Merhaba: Labas
  • Günaydın: Labas Rytas
  • İyi akşamlar: Labas Vakaras
  • Çok iyi: Labai gerai (En çok kullandığım) 
  • Bir Sonraki Durak: Kita Stotale (Troleybüslerde o kadar zaman geçirince aklımızda bu kalıyor tabi )
Sonuç olarak unutamayacağım bir 6 ay geçirdiğim şirin mi şirin, güzel mi güzel bir Baltık ülkesi Litvanya. Seneler önce haritada nerede olduğunu bile bilmediğim, hayatıma bir şekilde etki edeceğini aklımın ucundan dahi geçirmediğim bu ülkede 6 ay boyunca oranın bir vatandaşı gibi yaşadım. Ve şunu anladım. Bir yeri gezip görmek, ziyaret etmek ile yaşamanın arasında dağlar kadar fark varmış. Orası artık ikinci evim gibi oldu. Sauletékis ikinci mahallem gibi oldu. Bir kez daha gidip oradaki arkadaşlarımı ziyaret etmeyi düşünüyorum. Ama biliyorum. O günlerdeki gibi olmayacak. Bu da hafiften üzmüyor değil. Ama o günleri yaşamak hepsine değer bence. 

Erasmus dönemi boyunca sürekli duyduğum, su an da her duyduğumda o günleri hatırladığım şu şarkıyı da şuraya atıp bitireyim diyorum yazıyı. Gelecek için Erasmus günlerimi hatırlayacağım iyi bir kayıt olacak bu yazı benim için de.


Download Reality for free from pleer.com