23 Aralık 2011 Cuma

Sherly

Çok gitmek istediğim Sherlock Holmes'un 2. filmine nihayet bugün gidebildim. Gidenler çok beğenmişti filmi. Gidip ben de bir göreyim dedim. Çok ta iyi etmişim. :) Çok eğlendim filmde. 13.45 seansına gitmiştim ama ancak daha yeni eve gelip yemek yedim ve yazıyorum. Ama sanırım yanlış gün seçmişim. Böyle fırtınalı, yağmurlu bir İstanbul akşamında yol nasıl 1 saatten az sürer? Haşa.. :)

Neyse filme geçeyim. Bir kere Robert Downey ilk filmden bile daha iyiydi bu filmde. İlk filmde de olduğu gibi slow motion dövüş sahneleri muhteşemdi. Aksiyon hiç bitmedi neredeyse. İnsan filmden hiç kopmuyor..Ayrıca Sherlock Holmes'un abisinin ona "Sherly" diye seslenmesi çok komiğime gitti nedense. :) Filmde sıkça komik diyaloglar vardı zaten. Son olarak bu filmin seneryosunu, kurgusunu yapan ekibin ben gider önlerinde eğilirim arkadaş. :) Yine bir Sherlock Holmes filmine yakışır bir kurgu ve seneryo. İnsanı hep şaşırtıyor..

Bunu da izledikten sonra gözlerim Serlock dizisinin 2. sezonuna çevrilmiş durumda. :) Sabırsızlanıyorum.O da çok iyi kesinlikle. Bütün bunlardan gördüğünüz gibi tam bir Sherlock Holmes fanıyım ben... :) Eski yıllardaki filmleri de bulursam izlicem bir ara. Ama kolay bulunmuyor sanırım.

Bu arada Cevahir Cinebonus'taki gittiğim salonun perdesi neydi öyle! Ben hayatımda hiç bu kadar büyük bir perdede izlemedim bir filmi. :) Filmin içindeydim sanki..

11 Ekim 2011 Salı

Losers


Filmlerdeki "Salak kötü adam"ı oynayan oyunculara her zaman saygı duydum. Çünkü hem kötü adam ol hem de film boyunca bir araba dayak ye. Bazen bir bebekten (!) bazen de bir ufaklıktan hem de. (Tabi burada bahsettiğim fiziksel olay değil. Seyirci gözündeki durum.) Hani mesela kötü adam olursun ama bir karizman olur filmde. Cin gibi, kurnaz olursun ya da. O da yok böyle rollerde. Böyle rolleri oynamayı kabul etmek, oynamak bence büyük özveri gerektiriyor.

Adamcağız nasıl da yaşlanmış...
Mesela ben çocukken Bebek Firarda filmini çok severdim. O filmde Eddie karakterini oynayan Joe Mantegna'yı her zaman severim. O filmdeki rolünü de sevmiştim zaten. Böyle rolleri en iyi yapan oyuncuydu bana göre. Bugünkü çocuk filmlerinde de var böyle roller fakat çoğu animasyon o filmlerin malesef.. :)

Not: Bu arada..Bunu söylemeden geçemicem. Bu tür filmlerin babası olan Evde Tek Başına'daki o afacan çocuğu hiç sevmiyordum, gıcık oluyordum ben küçükken. Hala da öyle. :) Kazık kadar olmuş ama hala değişmemiş. Ahan da kanıtı:

Piii. Bi de sigara içiyo. Defol!..

23 Eylül 2011 Cuma

Torrent...

Aynı anda 3 dosyayı paylaşıma açmak?! 

Gerçek hayatta da torrentteki kadar paylaşımcı olsaydım arkamdan iyilik meleği diye söz ettirebilirdim belki. Vampir gibi besleniyorlar şerefsizim. Ama bu işler karşılıklı olduğu için yapmak lazım tabi yani.

4 Eylül 2011 Pazar

Mumford&Sons - Pazar sabahı şarkısı

Uzun zamandır yazmıyordum müzikle alakalı post. Bu güzel Pazar sabahında güzel bir Pazar sabahı şarkısı koyarım dedim bloga. Ne de güzel olur. Oturudum sabah sabah bu yazıyı yazdım.

Gündemimde şu sıralar İngiliz grup Mumford&Sons var. İngiltere'de şarkılarını bilmeyeni dövüyorlarmış, öyle duydum. :) Orada öyle ancak, Türkiye'de daha yeni yeni duyulmaya başladı takdir edersiniz ki.

Öncelikle grubun folk music, yani böyle nasıl diyeyim, yöresel bir müzik yaptığını söyleyeyim. Arada bazı şarkıları Country veya Western tarzına yaklaşıyor. Grubun tanınmasındaki en önemli etkenlerden biri bu değişik daha önce fazla görülmemiş tarzlarda müzik yapmaları ve bunu da iyi başarmaları. Bir de bu yola çıkarken üzerinde durdukları bir ilke var: "Kendilerini çok ciddiye almadan fark yaratan müzik yapmak."

Ancak grubun solisti Marcus Mumford'a göre (ki bu adamı ben acayip Türk'e benzetiyorum) canlı performansta bazen sıkıntılı anları oluyormuş. Böyle de açık sözlüler. :) Bant.tv'deki haberde aynen şöyle diyor:

”Şarkı sözlerini unutmak sahnedeyken yapabileceğiniz hataların en kötüsü ve maalesef sık sık başımıza geliyor, özellikle de canlı televizyon programları için çekimlerde çalarken… Tabii ki çok heyecanlanıyoruz. Titremeler, panik atak, terlemeler, birkaç gözyaşı ve önüne geçilemez bir tuvalete gitme ihtiyacı da beraberinde gelebiliyor.”


İşte ben de bu grubun en çok bilinen şarkısı "Little Lion Man"i Pazar sabahı şarkısı ilan ediyorum. :) Keyifle dinleyin efendim...

Kliple ilgili birşeyler söylemek gerekirse böyle köy eğlencesi kıvamında bir yerde olması çok hoşuma gitti klibin. Ama seyircilerin olmayışı, boş koltuklara çalmalarında ne gibi derin bir anlam var anlayamadım..

Not: Bant.tv gibi siteler neden benim karşıma daha önce çıkmaz! Müzik, sinema, kültür konularında çok kaliteli Türkçe bir kaynak. Dergi kalitesinde yapıyorlar yayınlarını. Ben de daha yeni buldum. 7 yıldır yapıyorlarmış bu işi. Böyle sitelere hakkatten destek olmak lazım. Fazla yok böyle sitelerden.

Not2: Mumford&Sons'un İstanbul'a gelmesini çok istiyorum. Gelirlerse kesin giderim konserlerine. Ama şu sıralar uzak görünüyor gelme ihtimalleri.


Dayanamıyorum, çok sevdiğim diğer bir şarkısını daha koyuyorum.. :)


2 Eylül 2011 Cuma

Çikolata İstilam


Evde yanlız kaldım ve tabi ki fırsattan yararlanarak bayramdan kalan çikolataları götürüyorum. :) Üzerimdeki gereksiz mutluluk bu yüzden bence. Yoksa mutlu olmak için sebebim yok şu sıra. :)

Bence bayramlardaki mutluluğumuzun ya da mutlu görünmemizin başlıca nedeni o günlerde normalden fazla yediğimiz çikolatalar.Yoksa 5-6 ayda bir nadiren görüştüğümüz akrabaları görmemizden değil bu sevinç, bu mutluluk. Sırf vücuda çikolata girdiğinden oluşan mutluluk verici hormonun salgılanmasıyla alakalı. (Bence)

Bu arada Google'a çikolata yazdım neler çıktı neler. Mesela:



Çikolata ile Cilt Bakımı!! Arkadaş başka birşey bulamadınız mı daha yüze sürecek. :) Al ye ne güzel. Yemen daha işe yarar. Mutlu olursun. Hep gülümsersin. O zaman da yüzünde hiç kırışıklık neyim olmaz. :) Değil mi?.. Çok değişik kafalar bunlar çookk.. Valla.

Yanlız kaptaki bildiğin puding, supangle falan heralde. :)

16 Ağustos 2011 Salı

Belle Helen



Öyle bir kitap okuyorum ki Osmanlı zamanında Çamlıca'daki bahçede beylerin paşaların hayatını anlatıyor. Garip olan bu değil aslında. Garip olan zengin bir beyin hoşlandığı kadının sürekli beş metre ötesinde durup onun -kendisiyle zerre alakası olamayan diyaloglardaki sözcükleriden- kadının kendisine ilgisinin olup olmadığı anlamını çıkarabilmesi.

Örneğin şöyle bir diyalog var. Kadın yanında gezdiği diğer kadına "Burası çok güzel. Cuma günü akşamleyin tekrar gelelim." dediğinde adamın yanlarına gidip "Saat kaçta hanımefendi?" diye soru sorması.

Hadi bu biraz kabul edilebilir birşey peki ya kadının hareketlerinden kendisine ilgisinin olup olmadığı anlamını çıkarması nasıl? Mesela kadınlar yolun ikiye ayrıldığı bir yerde adamın tarafındaki yoldan değil de diğer taraftaki yoldan gidince adam sinirleniyor. Kadın için "Zaten varoşlardan geldiği ortada. Ya yanındaki? Bir fahişeden farkı yok." diye yorumda bulunuyor. Ama yine de peşlerinden gitmeyi kesmiyor.

Valla eskiden bu aşk ilişkiler ne karmaşıkmış azizim. Bu diyalogları okurken çok gülüyorum ama. :)

Bu arada kitaptaki bu "bey" dediğim karakter sürekli bir şarkı mırıldanıyor "Belle Helen" diye. Merak ettim, arattım Youtube'dan. Alttaki şarkı çıktı. Nakaratı falan benziyor karakterin mırıldandığına. Lelelee şeklinde. O şarkı mı bilemiyorum. Konumuz bu değil aslında. Benim bu tesadüfen karşılaştığım bu şarkıyı ve çalan grubu, diğer şarkılarını falan çok sevmem.



* Bu arada belirtmeden geçemicem. Recaizade Mahmut Ekrem çok karizmatik isim lan. Hakkatten bak.

19 Haziran 2011 Pazar

Nihayet İstanbul'a geliyorlar!


Hayatın hep pozitif tarafını işaret eden, biraz da insanların davranışlarını iğneleyen şarkılarıyla ünlenen bu grup Türkiye'ye geliyor nihayet! Caz sevmeyen insanlara bile caz dinletiyorlar, sevdiriyorlar. Akbank Caz Festivali için İstanbul'a geleceklermiş. Sokaklarda, caddelerde, köşebaşlarında söyledikleri şarkılarla ün kazanan Zaz'ın İstanbul'a da geldiğinde konserine gidemeyecek olanlar için İstiklal Caddeesi'nde mini bir konser vermesini beklerim ayrıca. :)  :P Bu arada geçen gün D&R'da gördüğüm kadarıyla şu anda en çok satan yabancı albüm Zaz'ın albümüymüş. Boşuna gelmiyorlar demek ki. Belli bir kitleleri var.

Not: Bu arada görseldeki Isabella ablamızın da ayrı bir sempatikliği vardır. :) Öhöm. Gönül canlı görmek ister onu. :) Havalimanına karşılamaya gitmeyi düşünüyorum. :P :)

Çok güzel de müzik yazısı yazarım böyle. :) :P

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Ebru


Muhtemelen çok yakında popüler olacak bu şarkı Ebru adlı bir Türk sanatçımız tarafından yapılmıştır. Kendisi Londra'da oturan bir gurbetçidir.(Gurbetçi kelimesi de ne acayip lan) Şimdiden adı bazı müzik listelerinde görünmeye başladı bile. Şimdiden duyun istedim yani. İleride şarkı popüler olunca hava atarsınız millete "Ben bunu daha yeni çıktığında dinlemiştim. Aaa sen daha yeni duydun?" gibisinden. :) Ama samimi söylüyorum bu ses ortalığı yıkar ileride. Bu kadar da iddialıyım. Avrupa'da giderek popülerleşiyor bu şarkı. http://www.ebruofficial.com/ Bu da sitesi. Soyadını hiçbir yere yazmadığı için onunla ilgili ayrıntılı bilgilere erişilemiyor ne yazık ki. Google'da yazıyorum Ebru Gündeş çıkıyor. :)

Şu sıralar müzik ile ilgili yazı yazmıyordum. İyi geldi bu. :) Blogun açılmasına vesile olan şey bitmesin değil mi. Herneyse. Enjoy this:

Set me free by ebrumusic

18 Nisan 2011 Pazartesi

İtiraf: Lady GaGa'dan korkuyorum


Çılgın kadın GaGa yeni şarkı çıkarmış. Geçen gördüm. 15 Nisan'da çıkarmış. Şu an 18 Nisan ve Youtube'da şarkıyı 4 Milyon kişi dinlemiş şimdiden. :-O Yuh diyorum sadece. Herneyse. Şarkıdan bahsedicem. Benim ve çoğu kişinin görüşü: Bad Romance'in tıpkısının birazcık değişiği. Aynen bu. Biraz değiştirmiş. Yeni bir şarkı çıkarmış ortaya. Aynı bizdeki Serdar Ortaç gibi. :)

Ayrıca şunu da belirtmem gerekiyor. Yukarıdaki resimde korkunç çıkmış bana göre GaGa.Yani korkuyorum bu kadından ben. Harbi. Bir gariplik var bu kadında ne bileyim.

8 Mart 2011 Salı

Halka açık yerlerde çalınan şarkılar neye göre belirleniyor?


Twitter'da dün birisi Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçında Lady GaGa'nın "Poker Face" şarkısının çalmasını eleştirdi. Benim de aklıma şu soru geldi. Acaba stadyumlarda, basketbol salonlarında veya herhangi bir spor organizasyonunun düzenlendiği yerlerde ne tür müzikler çalınabilir? Tabi ki çalınan müzik spor dalına göre değişiklik gösteriyor. İlk olarak futbol stadyumlarıyla başlayalım..

Bir kere stadyumlarda maçın öncesinde veya devre arasında orada bulunan seyircileri coşturacak, yerinde zıplatacak şarkılar çalman gerekir ki televizyon o sıralar seyirciyi gösterdiğinde elinde bayrağını sallayan ve müthiş keyif alıyor gibi görünen birkaç seyirci yakalasın. Tüm bu saydıklarımın olması için de pop şarkıları yeterlidir bence. Ama burada biraz durmamız gerekiyor. Her pop şarkısı da çalınsın demiyorum. :) Çünkü kimsenin benim yaşadığım kötü tecrübeyi yaşamasını istemem. İzin verirseniz nacizane bir anımı anlatmak istiyorum efenim:

Sezon 2008/2009 sezonu... (Böyle girince de bir garip hisstettim :) ) Soğuk bir İstanbul akşamında babamla birlikte Beşiktaş-Eskişehirspor maçına gitmişiz. O soğukta hangi akıl ile stada 1 saat önceden geldik hala bilmiyorum. Neyse biz eski açıkta yerlerimize oturduk keyifle ve bir yandan -daha o saatte fazla olmamalarına rağmen- kapalının cılız tezahüratlarını dinleyerek çekirdek çıtlatıyoruz.Bir 10 dk. rahat bir şekilde böyle oturduk. Sonra birden hoparlörlerden deneme amaçlı sesler yükselmeye başladı. İşte o anda başladı cehennem azabı.Ve birden (o tezahüratlarla inlemeye alışkın)stad bangır bangır Demet Akalın şarkısıyla inliyordu. Arkasından Serdar Ortaç mı dersiniz, mankenlikten devşirilme şarkıcıların şarkıları mı dersiniz,  stadın denize yakın tarafıyla Yeni Açık'taki hoparlörler arası ses senkronizasyonu sorunu mu dersiniz herşey geldi başımıza. Yanımızdaki seyircilerle birlikte stad yönetimine edilen küfürler eşliğinde maç başlayana kadar dayanmıştık neyse.

Şimdi bu benim yaşadığım olaya bakarak FB-GB maçında çalınan şarkı gayet de güzel  geliyor bana. Kimse sorun etmemeli yani. Beterin beteri var. :)


Gelelim basketbol salonlarına... Bir kere basketbol maçlarında çalınacak en ideal şarkı Usher - More' dur. Zaten NBA'den yola çıkarak basketbolun müziğinin R'nB olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden basketbol salonlarının çok fazla sorunu olmamalı bu konuda. Koy Usher'ı, koy Rihanna'yı, koy Kane West'i gitsin işte. :)


Konuyu sporun dışına çıkarıp biraz da AVM'lerden bahsetmek istiyorum...  Bana göre buralarda istenilen şarkı çalınabilir. Çalınan şarkıları çoğu kişinin takmadığına eminim. Millet alışveriş derdinde, yemek derdinde. :) Şahsen ben AVM'lerde özgün şarkılar çalınmasından yanayım. (Not: Bu arada yazı için AVM resimleri aramak amacıyla Google'da keşfe çıktığımda resmen şok oldum. Türkiye'de ne AVM'ler var arkadaş! :) İstanbul'dakiler, Ankara'dakilerin, Anadolu'dakilerin yanında halt etmiş resmen.)

Ve son olarak şununla bitiriyorum. :) (Sonunda! dediğinizi duyar gibiyim) Bütün bu saydıklarım dışında şehrin işlek caddelerinde her mağazanın bangır bangır ayrı şarkı çalma hastalığı.. En çok da İstiklal Caddesi'nde görüyoruz bunu. Caddede dolaşırken kültür şoku yaşadığımı söylemeliyim. :) Bir dükkanda özgün, kemanlı falan böyle kulağa hoş gelen bir müzik çalıyor, biraz ilerisinde ise Ke$ha'nın o kulağı tırmalayan sesinini duyuyorsunuz. Fena bir şey.

Kısacası eğer büyük bir şehirde yaşıyorsanız müzik her yerde, hayatınızın içinde ama bu bize zorla dinlettirilen müzikler neye göre seçiliyor, nasıl belirlenmeli gibi soruları cevaplandırmak için nacizane görüşlerimi belirttim. :)

Saygılarımla...